9 Mayıs 2013 Perşembe

Karin Alvtegen "İhanet"


Karin Alvtegen adını İskandinav polisiye yazarlarını merak edip araştırdığımda duymuştum. Henning Mankell, Jo Nesbo ve Steig Larsson gibi sevdiğim üç isim haricinde kimler var merak etmiştim.

Yakın zamanda da kitabına denk gelince hemen aldım; “İhanet”.

Kitabın arka kapak yazısında her ne kadar polisiye – gerilim olarak belirtilse de bir kere alışık olduğunuz polisiye – gerilim tanımından biraz uzaklaşmanız gerekecek. Zira, son zamanlarda okuduğum, yine aynı topraklardan çıkma bir yazar olan Camilla Lackberg’in polisiye anlayışından (örnek vermek için söylüyorum) uzak. Evet, İhanet’te bir polisiye durum var zira ortada bir “suç”, aslında bir cinayet var. Gerilim var, çünkü kitabı size hızla okutan şey o gerilimin bizzat kendisi. Okurken gerçekten o gerilimi hissediyorsunuz. Bu gerilim, kitaba adını veren ihanetin nasıl sonlanacağı ya da tarafların birbiri arasında yaratılan ve çok güzel biçimde irdelenen psikolojik gerilim olarak sunulduğu gibi, bir suçun işlendiği sırada doğan gerilim de var.

Yazar hakkında internette okuduğum bazı yazılarda Henning Mankell ile inceden bir kıyas yapıldığı izlenimine kapıldım ama açıkça belirteyim, hayır, bence alakaları yok. Ama bu diğerini iyi ya da diğerini kötü yapmaz. Yalnızca bence tarzları çok farklı. Bunun altını özellikle bir Henning Mankell hayranı olarak söylüyorum.

İhanet’in konusundan çok kısa bahsedeyim. Henrik ve Eva on beş yıldır beraber olan, sekiz yıllık evli olan, altı yaşında bir oğulları olan bir çifttir. Ancak kitabın başında gördüğümüz üzere Henrik, Eva’yı çocuklarının öğretmeni Linda ile aldatmaktadır. Eva bunu öğrendiğinde alt üst olur, daha doğrusu keşfettiğinde. Öyle bir çarpar ki bu gerçek onu, karşısına çıkıp bağırığ çağırmaktansa tam bir “intikam” planı içine girer. (Sonunu ise asla tahmin edemeyecektir yaptığı şeylerin). Zira bu ihanet, kocasını aslına hiç tanımadığını göstermiştir ona. Güvendiği insanın aslında güvenilir olmadığının ortaya çıkması.

Diğer yanda ise Jonas adlı, 26 yaşında, komadaki sevgilisinin başucunda bekleyen, takıntılı bir genç var. İki yıl beş aydır komadaki sevgilisinin uyanmasını bekleyen Jonas, geçmişinde büyük bir ihanet hikayesi barındıran bir genç. Sanıyorum bu yüzden kendisine güvenli alan oluşturmaya yönelik çabaları var, takıntılarının doğuşu ise yine geçmişindeki bu acıya dayanıyor. Yazar burada mükemmel bir obsesif – kampülsif tablosu çiziyor. Öyle ki Jonas’ın çektiği çileyi, kolunu ikinci kere kapıya değdirerek “ilkinin izini silme” çabasında, sayılarında öyle bir görüyorsunuz ki, eğer benzer bir durumla daha önce karşılaşmışsanız, yani yaşamışsanız, üzerinize çöken bir “ağırlığı” hissetmemeniz mümkün değil.

Sadece kitabın girişinden bahsettim. Süprizleri bozmak istemiyorum. Karşınıza öyle garip durumlar çıkacak ki, soğuk iklimin soğuk insanlarının yeri gelecek kan donduran soğukkanlığının satırların arasına dalıp siz bozmak isteyecekseniz.

Bazen çoğu şeyin yüzeye çıkması ve açık açık konuşulması ihtiyacı okuyucuya hissettirilirken, olan bitenin hala “karşılıklı olarak bilmezlikten gelme” şeklinde kalmasıyla okuyucu üzerinde yaratılan gerilim ayrıca takdire şayan. Sonunda her şeyin bir havai fişek gibi patlayacağından emin halde okumaya devam ederken, neredeyse her bir bölümde yeni bir şey ortaya çıkararak da sıkıcılıktan uzak, insanı gerçekten meraklandıran ve evet, geren bir tablo yaratıyor.

İnsanın kendi hayatı etrafında güvenli bir sınır çizmek ve içinde yaşamak istemesinin doğallığı, bir ihtiyaç oluşu ve tüm bunların aniden yıkılması, aslında çürük olduğunu farketmesi durumunda içine düşeceği umutsuzluk, sinir, gerginlik ve mutsuzluk İhanet’in içinde.

Bilinen gerçeği kendi saklayıp, intikam planlarını uygulamaya koyan bir kadının gerçeği ne zaman haykıracağı beklentisinin yarattığı -yine- gerilim.

Kitapta, olan biteni tek bir kişinin gözünden görmüyor okuyucu ayrıca. Olan bitenin farklı tarafları n iç sesleri eşliğinde işlendiği farkı bölümler de var, kırılm noktalarında özellikle. Bu da her iki taraf arasındaki (ki bu iki taraf aslında kitap boyunca Eva ve Henrik'ten farklı olarak, ayrıca hikayede bulunan diğer karakter Jonas'ın da gözünden kendi yaşadıkları veriliyor) uçurumlar bu iç seslerin yansımalarında daha da anlaşılıyor. Ortaya çıkan portreler o kadar etkileyici ki; biten ve iki tarafın da birbirini neredeyse tanımaz hale gelmiş bir evliliğin iki taraflı gözlemi, ya da hasta sevgilisi başında takıntılarıyla yaşayan bir adamın, geçmişinin ağır yükünün doğurduğu tüm sonuçların delice halleri. 

Güzel bir polisiye – gerilim, ama alışık olmadığınız tarzda ve evet, biraz soğuklukta. Yine de bu okurken satırdan satıra koşarken kalbinizin hızla çarpmayacağı anlamına gelmiyor. İnsanların muhafaza edebildikleri sükunetleri ve sinsice planları sizi sürekli o kalbi hızla atar vaziyette tutmaya devam ediyor çünkü.

2 yorum:

sibel dedi ki...

1 günden kısa bir sürede okudum. psikolojik gerilim o kadar yüksek ki, kitabı elinden bırakamıyor insan. 10 üzerinden 9 veririm, 1 puanı da finalden kırıyorum :) sonunun biraz daha farklı olmasını umut etmiştim :(

Kareler Ve Sayfalar dedi ki...

@Sibel: Ben de beğenmiştim, beğenmenize sevindim.