28 Kasım 2014 Cuma

Alfred Adler "Cinsiyetler Arasında İşbirliği"

Alfred Adler, "bireysel ruhbilim" kuramını oluşturmuş olan bir hekim ve ruhbilimcidir. Freud'un bir dönem öğrencisi olan Adler, Freud ile arasındaki derin ayrışmalar ve farklılıklar sonucunda kendi grubunu oluşturmuş ve bireysel ruhbilim kuramı doğrultusunda çalışmalarına devam etmiştir.

"Cinsiyetler Arasında İşbirliği"  eserinde Adler, kadın ve erkeğin hayatlarını çocukluklarından gençliklerine, evlilik hayatlarına dek inceliyor. Kadının ve erkeğin farklı tepkilerinin olmasın rağmen nasıl aynı ortak korkular sonucunda aynı sorunları yaşayabileceklerine değiniyor.

Kadının mitlerle, masallarla pekiştirilen ve akıl almaz biçimde kabullenilen, bir miras gibi kuşaktan kuşağa aktarılan ikincil konumu üzerinden anlatmaya başlıyor Adler. Toplumsal işbölümünün cinsiyet ayrımcılığıyla olan bağı okura sunuyor. Erkeğe yüklenen, erkeğin kendinden beklendiğini hissettikçe daha da sahiplendiği güçlü olma, değerli olan olma gibi üstün kavramların yanında kadına nasıl da değersizliğin, boyun eğen olmanın, köleliğe yatkın olmanın dayatıldığına değiniyor. Öyle derine işlemiş bir şeydir ki bu durum, bazı kültürlerin içinde değerli ve biricik olan her zaman erkek olarak tanımlanmış, mitolojilerinde gücü ve yüceliği elinde bulunduran erkek olarak sunulmuştur. Bunun yanında kadın ise yalnız ve ancak, sönük ve bir şekilde "efendisine hizmet etmekten başka bir tatmini bile olmayacak" bakış açısıyla sunulmuştur.

Kadının ikincil olma rolüyle doğumundan itibaren karşılaşan kadının, bu ezikliği üzerinden atmak için, "erkek gibi olmaya" varan çıkış yolları araması ise Adler'ın özellikle vurguladığı noktalardan biri. Öyle ki, Adler'a göre kadın, kendi kadın rolüne karşı savaş açar ve bu savaşı şu üç şekilde verir: Etkin ve erkeksi bir yol izleme (Enerjik, hırs dolu, başarı peşinde koşan - dikkat ettiyseniz bu tavırlar bile ilk anda aklımızda erkek imajı yaratıyor -, ev ve evlilikle ilgili işleri önemsemeyen ya da reddeden bir kadın), teslimiyet içinde yaşamını sürdüren ve boyun eğen kadın (Teslim olmuş, erkek egemenliğinden başka çıkar yolu yokmuş gibi bir tavır yaratan kadın) ve son olarak da ikincil olduğunu rolünü reddetmesine rağmen ikincil bir role "mahkum olduğunun" farkında olan kadın (Etkenliği erkeğe has gören kadın).

Sağlıklı bir yaşam için gereken kadın ve erkek arasındaki iletişimin küçük yaşlardan itibaren düzgün biçimde oluşabilmesi için karma eğitimi savunan yazar, kadın ve erkeği birbirinden uzaklaştırdıkça durumun daha vahim olacağını, arkadaşlık ilişkilerinin sağlam bir gelecek kurmak isteyen her birey için zorunlu olduğunu vurguluyor.

Nevrotik eğilimlerin "kadınlara yüklenen" kadınsı özelliklere doğru bireyi sürüklemesinde erkek protestosu olduğunu belirtiyor Adler. Üzerine adeta yığılan erkek olma mitiyle karşılaştığında bocalayan ve bunalan erkeğin korkusunun bunu yarattığına işaret ediyor. Öyle ki Adler, Freud'la bu noktada aynı düşünceyi paylaşıyor ve nevrotik bir insanda uzlaşmış ya da ayrık olarak kadınsı ve erkeksi özelliklerin birlikte olduğuna değiniyor.

Bireyin cinselliğinin hayati önem taşıdığını vurgulayan yazar, neredeyse tüm toplumsal ve bireysel sorunların temelinde cinselliğin sağlıklı ya da sağlıksız oluşunun yattığını belirtiyor. Buna katılmamak elde değil. İnsan hayatında aşk hayatındaki mutluluğun ya da mutsuzluğun kişinin genel karakterini büyük ölçüde etkileyecek yegane güç olarak görmeye yaklaşan Adler, örnek olaylarla, karşılaştığı vakalar üzerinden de analizler yaparak okur için durumun ciddiyetinin altını çiziyor. Cinsel kimlik oluşunda ilkörneğin önemine vurgu yapan yazar, aynı zamanda bu ilkörneğin anne-baba oluşuna da dikkat çekiyor.

Ödipus kompleksi ve erkek protestosu konusunda sorgulamaya giden Adler, Ödipus kompleksinin nevrozun/erkek protestosunun bir basamağı olduğunu belirtiyor.

Yazarla benim çeliştiğim tek nokta ise doğruma, çocuk sahibi olma konusundaki görüşleri. Neredeyse sağlıklı bir evlilik inşası için çocuk sahibi olmayı tavsiye eden yazar, çocuk doğurmanın mecburi olduğunu söylemeye yaklaşıyor sık sık. Oysa kadının ikincil konumundan ve köleliğinden yakınarak açılan metnin sonunda kadını yine çocuğu taşımak, doğurmak, yetiştirmek gibi ana görevlere bir köle gibi mahkum eden çocuk sahibi olma eyleminde, babayı yine "erkeğin kusursuz gücünü ve erkekliğini" pekiştirecek şekilde dışarıda bırakıyor. Nefes alacak oksijen bulamayacağımız, doğal kaynakların hızla tükendiği bu dünyada evlilik gibi kişisel (tamam, toplumsal boyutunu da biliyorum, tamam) bir konuda BENCİLLİK YAPARAK, evliliği korumak gibi sonucu çoktan görünen, bitmiş bir birlikteliği kurtarmak amacıyla DÜNYAYA YENİ BİR İNSAN getirerek onu acı ve kederle baş başa bırakmaya kimin hakkı var?

Adler'ı okuyun, Adler'ı dinleyin ama unutmayın; kimse çocuk sahibi olmak ZORUNDA DEĞİL.

Hiç yorum yok: