17 Kasım 2014 Pazartesi

Jhumpa Lahiri "Saçında Gün Işığı"

ZORLUKLARIN İÇİNDE YAŞAMA TUTUNACAK BİR YER ARAMAK

"Üzerinden asla güneş batmayan" ülke olan İngiltere'nin dünyanın hangi ucu olursa olsun ele geçirme ve sömürgeleştirme azmi karşısında Dünya tarihine dair bir şeyler öğrenmeye başlayan hemen herkes şaşırıp kalabilir. Onlu yaşların başından itibaren ders kitaplarında kolaylıkla rastlanabilecek bu bilgiler arasında yer almayan kısım ise bu sömürgelerde yaşayan halkın çektikleri, verdikleri mücadelelerdir.

Hindistan ve Pakistan olarak ayrışmasında dini yapının öne çıktığı bu toprakların içinde hala saklı kalan ve sürmekte olan sorunların varlıklarından haberdar olmak için ise başvurulacak kaynaklardan biri edebi eserler olarak karşımıza çıkabiliyor.

Londra doğumlu Hint asıllı Amerikalı yazar Jhumpa Lahiri, Kalküta'da Naksalit hareketin oluşmaya başladığı dönemde ilk sayfalarına rastladığımız, Amerika ve Hindistan arasında geçen kitabında ilk gençlik yıllarını anlattığı iki kardeş üzerinden hem bölgenin siyasi tarihini okura sunuyor, hem de kardeşler ekseninde başlattığı romanıyla kadınların toplum içindeki var olma çabalarını anlatıyor.

DRAMIN SİNDİĞİ SATIRLAR VE SAÇINDA GÜN IŞIĞI

Subhash ve Udayan adında iki kardeşin, İngiliz sömürgesinde kendilerine kurdukları bir golf kulüne gizlice girerek eğlendikleri ve bir kaç golf topunu satın aldıkları ve tüm bunları aslında son kez yapacaklarını gördüğümüz bir bölüm ile Saçında Gün Işığı başlıyor. İki kardeşin birbirlerine olan yakınlığı, uyumu ve her ikisinin de kardeşi için siper olmaya dünden razı oluşunu yazar okuyucuya ilk satırlardan itibaren aşılıyor.

Yoksulluğun ve karmaşanın, çelişkiler içinde bir yaşamın etraflarını sardığı Subhash ve Udayan'ın derslerindeki başarılarıyla takdir kazanarak, üniversite eğitimleriyle göz doldurarak geçirdikleri günlere şahit olurken, Mao'cu hareketin etraflarında nasıl oluştuğuna da şahit oluyoruz. Udayan karakterini bu hareketin bir parçası yaparken, Subhash'ı pasif bir konuma yerleştiren yazar, bu şekilde hikaye başından beri hafiften okuyuca sezdirdiği iki kardeş arasındaki farklılıkları da en net noktada belirginleştiriyor.

Subhash'ın adeta diğer yarısı olan kardeşi Udayan'ı ve ailesini bırakarak öğrenimine devam etmek için Amerika'ya gitmesiyle beraber ortaya çıkan farklı amaçlar, yeni bir kıtayı, yeni bir yaşam tarzını gözler önüne sermesiyle beraber hayata bakışı ve yaşamı da doğal olarak değişen kardeş üzerinden ilerliyor. Hikayenin Amerika tarafı Subhash üzerinden devam ediyor olsa da bu coğrafya değişimi ne Subhash'ı ailesinden ve geçmişinden koparıyor ne de geride kalanların onunla olan bağını. Lahiri'nin kaleminden çıkan bu etkileyici dramda aslında mekandan bağımsız bir şekilde ilerleyen ortak bir kederin/acının, kıtalar arası farklara rağmen nasıl uzun yıllar boyunca ailenin etrafında dolandığını,görüyoruz.

Oluşturduğu her bir karakterin kendisine has başarıları olduğu kadar sorunları da olan romanda Lahiri, kadın karakterleri üzerinden de kadının toplum içinde kendisini var etme çabasına da değiniyor. Kardeşlerin annesi üzerinden yalnız ailesi ve gelenekleri çerçevesinde şekillendirilen bir yaşamda yaşayan ve bunun haricinde bir yaşamı düşlemeyen bir kadın sunarken, Gauri karakteri üzerinden gelenekler, toplumsal sorumluluklar hatta insanoğlunun varlığıyla bütünleştirilen/toplumca yüklenen görevleri de reddedebilen bir kadın portresi çiziyor okuyucuya. Kadının özgürleşmesi yolunda kimi zaman aklını, kimi zaman da bilinen gerçeklik ve normlar dışında bir "gerçeklik" yaratarak kaçışını, Subhash karakterinin dilinden aktarıyor.

2013 Man Booker ve National Book Award finalisti Saçında Gün Işığı, Pulitzer Ödülü sahibi Jhumpa Lahiri'nin yalın anlatımı, içten karakterleriyle birlikte üç kuşak bir ailenin, ülkeleri ve zamanı aşan hikayesini etkileyici bir biçimde anlatıyor.

Hiç yorum yok: